25 Mayıs 2008 Pazar

Kizilkum Colu Gecisi ve Portakal...

Resimler: http://picasaweb.google.com/BisikleTEMA

Gün yanıyor... Hava yanıyor...

Sağım solum önüm arkam boş...

Tek ses var, rüzgarın sesi...

Herşey durgun... Yaşamı hatırlamak için pedal çeviren bacaklarıma ya da gidon tutan ellerime bakıyorum...

Gün yanıyor, hava 42 derece. Etrafta tek bir gölge yok. İnsan yok. Hayvan yok. Bitki yok.

Mu?

Gözlerim çölün aldatıcı tekdüzeliğine alışınca yavaş yavaş çöl çiçeklerini farketmeye başlıyorum. Yolun kenarındaki kımıltı da ne? Hey, işte bir kirpi. Bisikletin sesini duyan yılan hızla yolun kenarından çölün uçsuz bucaksızlığına kaçıyor (bu iyi birşey çünkü çöl yılanlarının çoğu zehirli). Ve çölü sevmeye başlıyorum birden. Issızlığını, saatler boyunca yanımızdan tek bir arabanın bile geçmeyişini... Geceleri yıldızların elimi uzatsam tutacak kadar yakın oluşunu. Sevimsizliğini seviyorum çölün. Burası göz alabildiğince benim, bizden başka burada olmayı seçen tek bir kişi bile yok.

Kızılkum Çölü’ndeyiz. Aral Gölü’nün hemen yakınında. O Aral Gölü ki, Sovyetler Birliği’nin “Bakir Topraklar” projesi çerçevesinde Amu Derya ve Siri Derya nehirlerinin pamuk üretimini arttırmak amacıyla nerdeyse tamamının bozkırlara akıtılması nedeniyle küçülen, sonunda ikiye bölünen göl. İçinde doğal olarak barınan tüm balıkların tuzluluk ve tarım ilaçları nedeniyle tamamen yok olduğu göl. Etrafındaki ılıman iklim, gölün çekilmesiyle birlikte yerini çöl iklimine bırakmış. Toprak vahşi sulama nedeniyle tuzlanmış, verimsizleşmiş. Kaçacak yeri olmayan gemiler bozkırın ortasında kalakalmış. İnsanları kaçmış gitmiş...

Yerliler “Aral Gölü problemini çözmeye gelen her bilim adamı bir kova su getirse Aral Gölü problemi ortadan kalkardı” diye dalga geçiyorlar. Ancak doğanın dengesi bir kere bozulduktan sonra yeniden kurmak insanoğlunu aşıyor.

Güneş çekildiğinde, gölgeler uzadığında... kendime bir hediye veriyorum. Çantamın dibindeki bir portakal bu. Rengiyle meydan okuyor bu boz çöle. Çakımı çıkartıyorum. Yolun tam ortasına oturuyorum, nasılsa araba geçmiyor. Soymadan dörde bölüyorum, suyunu akıtmamaya çalışarak. Bu keyfi uzatmak için çakımı yavaşça temizleyip yerine koyuyorum. Dilimlerden birini Bryan’a veriyorum, birini alıp hart diye ısırıyorum. Tatlı-ekşi tadı tuzdan kurumuş boğazımdan yavaş yavaş akıyor portakalın can suyu.

İkişer dilim portakal yiyoruz Bryan’la, birer portakal yeme lüksümüz yok. Kızılkum Çölü’nün ortasındayız, bisikletlerimizle. Kirliyiz, yorgunuz....

Ama...

Portakalımız var.

Bir rüzgar esiyor ufaktan. Dolunay yıkıyor ortalığı.

Portakalın tadı hala dudaklarımda.

“Ne güzel” diye düşünüyorum.

“Ne güzel”.

Bir portakalla mutlu olabilmek...

Ne güzel...

Buhara, Özbekistan

Not: Doğal çöller güzel, sonradan olan çöller değil. Küresel ısınma nedeniyle Kızılkum Çölü genişliyor, Karakum Çölü ile birleşmesinden korkuluyor. Türkiye çöl olmasın! Suyunuza sahip çıkın, çıkmayanları uyarın.

Rota notları:

  • Baku (Azerbaycan) – Aktau (Kazakistan) feribotunun tarifesi yok, dolunca kalkıyor. Geçen sefer kıl payı kaçırdığımız feribotu yakalamaya azimli, sabahın köründe limana geldik. Bilet görevlisi kadın “Bilet yok” dedi ve eliyle sinek kovar gibi dışarı çıkmamı söyledi. Çıkmadım tabii. Al takke ver külah misali, al bilet ver rüşvet oldu bizimkisi. Bisikletlere ücret ödenmesi gerekmediğini bildiğimiz halde bisiklet başı 100 dolar, adam başı 100 dolar (toplam 400 dolar) ödemek zorunda kaldık! Gemideyken kaptana çıkıp liman görevlilerini şikayet ettik ve dilekçe yazdık. İnşallah bir faydası olur da bizden sonrakiler bizim çektiklerimizi çekmez.
  • Feribotu beklerken Bryan’ın Kazakistan vizesinin süresi gözlerimizin önünde eriyip gidince Beyneu (Kazakistan) – Kungrad (Özbekistan) arasını trenle geçmek zorunda kaldık. Türk vatandaşlarına vize gerkmediği halde, gözlerini rüşvet bürümüş bir Kazak tren görevlisi beni vizem yok diye gece yarısı adı sanı belli olmayan bir istasyonda indirdi. Baktı bende tık yokö İstanbul’a geri göndermekle tehdit etmeye başladı. Bu durumda Kazakistan’da çekmeyen cep telefonumu ve şarjı bitmiş uydu telefonumu çıkartıp çok öenmli konuşmalar yapıyormuşum numarasına yattım ve işe yaradı! Birkaç dakika sonra vagonumuzda mışıl mışıl uyuyorduk!
  • Özbekistan’a gelince Özbekçe konuşabildiğimi farkettim! Gerçekten de dillerimiz inanılmaz benziyor! Burada hep Türkçe müzik dinleniyor, marketler Türk mallarıyla, yollar Türk tırlarıyla dolu... Türkiye Orta Asya’da hem sosyal hem de ekonomik olarak önemli bir güç.
  • Yollar geniş ve güvenli. Büyük şehirlerin dışında arabadan çok katır ve bisiklet var! Özbekistan’da bisiklet bir ulaşım aracı. Şehir içinde bisiklet yolları ve parkları var. Heyoooooo!!!

2 yorum:

Adsız dedi ki...

derler ki çölde yolculuk etmek; kendi içine,özüne yolculuk etmek demekmis..ayni anda hem kendini kesfetmek hem de dünyayi kucaklamak tarifsiz olsa gerek.
takipteyiz gizem abla,durmak yok yola devam!

alamet dedi ki...

Olsun da bir dilim portakal, bir cift soz olsun yeter ki paylasılan bir sey olsun hele ki en ihtiyac olunan anda....

Her zaman icin sizi yorumlari ve dusunceleri ile yalniz birakmayacak bir Alamet var burada iciniz rahat ve yolunuz acik olsun...